Uluslararası Hukuk Ne İşe Yarar? Rahatsız Edici Bir Cevap
Kabul edelim: “uluslararası hukuk” dediğimiz şey çoğu zaman sahada gücü olanın bağlamaya en az istekli olduğu kurallar bütünü. Evet, metinler güçlü, salonlar görkemli, kavramlar asil… ama gerçekte ne oluyor? Devletler işine geldiğinde “hukuk”, gelmediğinde “egemenlik” diyor. Eğer bu cümle seni rahatsız ettiyse, iyi—çünkü tam da bu rahatsızlıkla ilerlemek gerekiyor.
Kurallar Kime İşliyor, Kime İşlemiyor?
Uluslararası hukuk, “polis”i olmayan bir mahalledeki apartman yönetmeliği gibidir. Çoğu aktör, komşularla iyi geçinmek istediği için kurallara uyar; cezadan değil, maliyet-fayda hesabından çekinir. Bu, iki sonucu beraberinde getirir:
1. Güçlü olan—ekonomik, askerî ya da diplomatik—kuralı eğip bükme kapasitesine sahiptir.
2. Zayıf olan, vitrinlik “hukuk” söylemiyle daha kolay denetlenir.
Peki bu tablo hukukun işe yaramadığı anlamına mı gelir? Hayır. Ama “nasıl” işe yaradığını doğru okuyalım.
Yaptırım Yoksa Hukuk mu?
“Yaptırım” uluslararası alanda çoğu kez siyasi irade, ittifaklar ve ekonomik ilişkiler üzerinden şekillenir. Bağlayıcı metinlerin bile dişleri, siyasi rıza olmadan körelir. Bu yüzden uluslararası hukuk, mahkeme kararı çıkarmaktan çok, davranış standartları ve beklentiler üretmekte ustadır: kimin neyi “yapabilir” sayıldığı, neyin “ayıp” sayıldığı, neyin “kriz” olarak adlandırıldığı… Hepsi hukukun dilinden geçer.
Çifte Standart: Kuralların En Sessiz Maddesi
Gelin dürüst olalım: Uluslararası düzeni sürdüren aktörler, kuralları ihlal ettiklerinde “istisna”, başkaları ihlal ettiğinde “skandal” tanımıyla ilerler. Güvenlik konseyi vetolarından tek taraflı müdahalelere, yaptırımların seçici kullanımından mülteci rejimindeki ikiyüzlülüğe kadar örnek çok. Uluslararası hukuk, burada çoğu zaman hakem değil, oyunun dili olur: İhlal bile hukukun kavramlarıyla gerekçelendirilir.
Öyleyse Uluslararası Hukuk Gerçekte Ne İşe Yarar?
1) Koordinasyon ve Öngörü Üretir
Deniz hukuku, havacılık, diplomatik dokunulmazlıklar, ticari sözleşmeler… Buralarda hukuk, günlük hayatın yağlayıcısıdır. Uçaklar iner, gemiler seyreder, elçiler görev yapar. Kurallar işlemese dünya, pahalı ve tehlikeli sürprizlerle dolu bir kaosa sürüklenirdi.
2) Meşruiyet Mimarisi Kurar
Devletler yaptıklarını “hukuka uygun” gösterme ihtiyacı duyar. Bu, küçümsenmemeli: Meşruiyet baskısı, çıplak kuvveti sınırlamak için tek başına yeterli olmasa da davranış maliyetini yükseltir, müzakere alanını büyütür. Yine de bu mimari, güç ve çıkarlarla sürekli pazarlık içindedir.
3) Çatışmayı Yönetir, Nadiren Durdurur
Ateşkes izleme mekanizmaları, barış anlaşmaları, savaş suçlarının kayda geçirilmesi… Hukuk, şiddeti bir anda bitirmez; ama şiddetin nasıl konuşulacağını, nasıl kayda alınacağını ve nasıl tartışılacağını belirler. Bu da hafıza ve hesap verebilirlik için kritik bir zemindir.
Zayıf Halkalar ve Tartışmalı Alanlar
İnsan Hakları Rejimi: Güzel Metin, Zayıf Diş
İnsan hakları mahkemeleri ve komiteleri önemli. Ancak ulusal siyasetin duvarına çarptıklarında kararların uygulanması aksar. Bazı devletler sistematik ihlalleri yıllarca “rapor trafiği”ne hapseder. Sonuç? Mağdurun adaleti gecikir, bazen de gelmez.
İklim Hukuku: Taahhüt Var, Zorlayıcılık Yok
Küresel sıcaklık artarken, birçok anlaşma “esnek taahhüt” ve “kendi belirlediğin hedef” mantığına dayanıyor. Peki hedef tutmazsa ne oluyor? Çoğu kez itibar kaybı dışında somut bir yaptırım yok. Gezegen ise itibarla değil, emisyonla ölçüyor.
Yatırım Tahkimleri: Denge mi, Ağırlık mı?
Yabancı yatırımların korunması gerekli; ancak şirketler ile devletler arasındaki uyuşmazlıklarda denge tartışmalı. Kamusal yarar adına alınan çevre/sağlık kararlarının “dolaylı kamulaştırma” diye dava edilmesi, demokratik tercihleri baskılayabiliyor. Burada “hukuk”, sermayeyi öngörülebilir kılarken, kamu politikasını daraltma riski taşıyor.
Provokatif Sorular: Tartışmayı Açalım
- Uluslararası hukuk, güçlünün çıkarlarına dokunduğunda neden birden “esnetilebilir” hale geliyor?
- Meşruiyeti kim tanımlar? Küresel Kuzey’in değerleri mi, evrensel ilkeler mi, yoksa yerel çoğulculuk mu?
- İnsan hakları rejimi, mağdurun sesini sahiden güçlendiriyor mu, yoksa raporlara hapsolmuş bir vicdan rahatlatma mekanizması mı?
- İklim krizi gibi varoluşsal bir konuda “bağlayıcılık” üretmeyen hukuk, geleceğe karşı işlenmiş bir ihmali meşrulaştırıyor olabilir mi?
- Bir devletin demokratik tercihi ile uluslararası sözleşme yükümlülüğü çatıştığında, öncelik kimde olmalı?
Harekete Geçmeye Değer Bir Gündem
1) İçselleştirme ve Şeffaflık
Uluslararası yükümlülükleri “dış politika” klasöründen çıkarıp iç hukukun gerçek parçası yapmak, mahkemeler ve parlamentolar üzerinden uygulanabilirlik sağlar. Şeffaf raporlama, sivil topluma denetim gücü verir.
2) Çifte Standarta Karşı Karşılaşma
Aynı kuralı herkese aynı sertlikte uygulama iradesi yoksa, hukuk er ya da geç bir “söylem”e dönüşür. Bölgesel örgütler ve koalisyonlar, bu boşluğu doldurmak için daha açık ve ölçülebilir kriterler koymalı.
3) Bağlayıcı İklim Mimarisine Cesaret
İklim alanında “gönüllülük” konforunu kıran, uyulmaması hâlinde otomatik ekonomik sonuçlar doğuran düzenekler tartışılmalı. Aksi halde gelecek kuşaklar, bugünün hukuki alçak gönüllülüğünü ahlaki bir ihanet olarak görebilir.
4) Kamu Yararı Sigortası
Yatırım koruma rejimine “kamu politikası muafiyetleri”ni daha güçlü ve açık şekilde yerleştirmek şart. Demokratik kararlar, tazminat tehdidinin gölgesinde kalmamalı.
Son Söz: Hakikat Şu—Hukuk Yetmez, Ama Vazgeçilmez
Uluslararası hukuk, mucize yaratmaz; ama kaosu ucuzlatır, öngörü üretir, meşruiyet için zemin sağlar. Sorun, hukukun “olmaması” değil; güçle kurduğu ilişkinin dürüstçe kabul edilmemesi. O yüzden asıl soru “Uluslararası hukuk ne işe yarar?” değil, “Hangi uluslararası hukuk, kimin için, hangi bedelle işe yarar?” olmalı. Rahatsızlık burada başlar; değişim de genelde oradan doğar.